El Salvador, son yıllarda artan şiddet, yoksulluk ve ekonomik zorluklar nedeniyle birçok göçmenin çıkış noktası haline geldi. Bu ülkede yaşananlar, pek çok kişiyi "Cehennemdeki" göçmenler olarak nitelendirilen bir duruma sürüklüyor; zira insanlar, daha iyi yaşam koşulları umuduyla Amerika Birleşik Devletleri’ne ulaşmak için hayatlarını tehlikeye atıyor. Ancak bu durum, El Salvador’un yalnızca kendi iç sorunları ile değil, aynı zamanda Amerika'nın dış politikalarıyla da doğrudan ilişkili. Bu bağlamda, El Salvador’daki göçmen sorununu ve Amerika’nın bu konudaki sorumluluklarını incelemek oldukça önemli.
El Salvador, Orta Amerika’da yer alan bir ülke olarak son yıllarda ciddi bir göçmenlik krizi ile karşı karşıya. 2020’de yaşanan COVID-19 pandemisi, mevcut sorunları daha da derinleştirirken, ülkenin zaten zayıf olan ekonomisi durakladı. Özellikle genç nüfus arasında işsizlik oranlarının yüksekliği, birçok gencin ülke dışında bir gelecek arayışına girmesine neden oldu. Bunun yanı sıra, çetelerin hakim olduğu ve şiddetin dizginlenemediği bir ortamda yaşayan insanlar, kendilerini ve ailelerini korumak amacıyla Amerika’ya kaçmayı düşünmek zorunda kalıyor. Amerika’ya ulaşmak için geçtikleri süreç ise çoğu zaman tugaylar tarafından kontrol edilen, insan kaçakçılığı ve kötü muamele gibi ciddi tehditlerle dolu.
El Salvador’dan Amerika’ya gitmek isteyen göçmenlerin sayısı, özellikle son beş yıl içerisinde artış göstermiştir. İstatistikler gösteriyor ki, El Salvador, kişi başına düşen göçmen sayısında Orta Amerika’nın en yüksek oranına sahiptir. Göçmenlerin çoğu, göç etmek için çeşitli yolları deneyip, en nihayetinde Kuzey Amerika sınırına ulaşmak için zor şartlarla karşılaşıyorlar. Ancak bu yolculuk, sadece fiziki bir yolculuk değil; aynı zamanda yaşamlarını kaybetme riski taşıyan, gözyaşları ve çaresizlikle dolu bir yolculuk. Bu nedenle, El Salvador’daki göç krizi, hem insani bir trajedi olarak hem de bir uluslararası mesele olarak değerlendirilmelidir.
El Salvador’daki ekonomik ve sosyal sorunların kökeninde Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihsel rolü oldukça kritik bir yer tutmaktadır. 1980’lerde yaşanan iç savaş döneminde, ABD'nin El Salvador hükümetine askeri destek vermesi, ülkedeki çatışmaları derinleştirerek toplumsal yapıyı önemli ölçüde sarstı. Bu dönemdeki siyasal ve ekonomik müdahaleler, El Salvador’un bugünkü koşullarının oluşmasında etkili olmuştur. Sonuç olarak, ülkedeki şiddet ve yoksulluk, Amerika tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin birer yansıması olarak görülebilir.
Ayrıca, ABD’nin göçmen politikaları da El Salvador’dan gelen göçmenlerin sayısını artırmakta kısmen etkilidir. Göçmenlere yönelik daha sıkı sınır kontrolleri ve deportasyon politikaları, El Salvador’da daha da kötüleşen yaşam koşullarını bağlamında mevcut. Dolayısıyla, Amerika’daki sıradan insanların El Salvador’da yaşananlara kayıtsız kalmaları ya da durumu sadece bireysel bir göç hikayesi olarak görmeleri yanıltıcı olabilir. Bu durum, uluslararası arenada ABD’nin dış politikasının ve insani yükümlülüklerinin de sorgulanmasını gündeme getiriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin, El Salvador gibi ülkelerdeki zorlu koşulların iyileştirilmesi adına daha proaktif davranması gerektiği ifade ediliyor.
Sonuç olarak, El Salvador’daki “Cehennemdeki” göçmenlik krizinin boyutları, sadece bu ülkedeki durumla sınırlı değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu soruna dair sorumluluğu, sadece insan haklarını korumakla sınırlı değil; aynı zamanda El Salvador’un ve diğer Orta Amerika ülkelerinin ekonomik ve sosyal durumlarını iyileştirmek için de somut adımlar atmayı gerektiriyor. Her birey, bir gün elbette dünyanın bir köşesinde daha iyi bir hayat arayışına çıkma hakkına sahip olmalı ve bu konudaki uluslararası dayanışma çok önemli bir noktayı teşkil ediyor. Bu nedenle, El Salvador’da yaşanan sıkıntıları göz ardı etmemek, hem etik hem de insani bir zorunluluktur.