Ülkemizde bayramlar, sevinç, mutluluk ve birlikteliğin simgesi olarak kutlanırken, ne yazık ki bu sevinçten uzaklaşan acı olaylar da yaşanabiliyor. Son zamanlarda medyada yer alan bir olay, bayram coşkusunun nasıl trajik bir hale dönüşebileceğini gözler önüne serdi. Dilan isimli genç bir kadın, bayramın ilk gününde kocası tarafından katledildi. Bu olay, yalnızca bir cinayet değil; aynı zamanda toplumsal bir mesele. Kadın cinayetleri, ülkemizin en büyük sorunlarından biri haline geldi ve Dilan’ın trajik ölümü, bu sorunun ne kadar derinlerde yattığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Dilan, 28 yaşında, sevgi dolu bir eş ve üç çocuk annesi bir kadındı. Ailesi ve arkadaşları tarafından sevilen, hayat dolu bir kişilikti. Bayramın gelmesiyle birlikte, onun için güzel bir gün olacağı düşünülüyordu. Ancak, kocası ile yaşadığı tartışma sonucunda, yaşadığı hayatın karanlık bir yüzüyle karşılaştı. Dilan’ın kocası, kıskançlık ve kontrol dürtüleri sebebiyle ona şiddet uygulamaya başladı. Olayın yaşandığı gün, Dilan’ın evde tartıştığı kocası, sinirlerine hakim olamayarak onu bıçakladı. Dilan, olayın hemen ardından hastaneye kaldırılmasına rağmen, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Dilan’ın ölümü, ailesi, arkadaşları ve tüm komşuları tarafından büyük bir üzüntüyle karşılandı. Bu olay, birçok kadının yaşadığı şiddet sarmalının bir parçası olarak gündeme geldi.
Dilan’ın trajik ölümü, toplumsal bir duyarlık yaratma adına büyük bir fırsatı da beraberinde getirdi. Kadına yönelik şiddet, toplumumuzda ciddi bir sorun haline gelmiştir. Her yıl yüzlerce kadın, aile içi şiddet veya cinayet sonucunda hayatını kaybediyor. Toplum olarak, bu tür olayların önüne geçebilmek için daha etkin bir mücadele sergilmek zorundayız. Dilan’ın yaşamına son vermeden önce yaşadığı korku ve acılar, toplumun her kesimi tarafından hissedilmelidir. Şiddet, bir ailenin içinde başlasa da, sonrasında tüm toplumu derinden etkileyen sonuçlar doğurabiliyor. Dilan’ın ailesi, artık bir kızı olmayan, bir eşin kaybını yaşayan bir aile olarak, diğer bütün ailelere de sesleniyor. Bu tür olayların önlenmesi için toplumda bir bilinçlenme ve dayanışma sürecinin başlaması gerekiyor.
Kadına karşı şiddetle mücadele etmek; yalnızca kadınların değil, erkeklerin, çocukların ve tüm toplumun da sorumluluğudur. Dilan’ın hikayesi, her kadının güvende hissetmesi için bir çağrı niteliği taşıyor. Ne yazık ki, kadın cinayetleri sadece istatistiklerden ibaret değil; hepsi birer yaşam, birer hikaye. Dilan’ın katledilmesi, tüm kadınların sesi olmayı gerektiriyor. Kadınların yaşadığı her türlü baskıya ve şiddete karşı toplum olarak karşı durmalıyız. Her birey, bu mücadelede üzerine düşen sorumluluğu üstlenmek ve bu konuda bilinçlenmek zorundadır.
Dilan’ın ölümü, dikkat çekici bir sembol haline geldi ve bir kez daha kadınların hayatına sahip çıkma, destek olma çağrısı yaptı. Bayramın sadece sevinçle kutlandığı, acıların yerini mutluluğun aldığı bir toplum yaratmak hepimizin görevi. Dilan gibi victimlerin anısını yaşatmak, sadece bireysel bir sorumluluk değil; aynı zamanda toplumsal bir mücadele olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle, şiddete karşı duruş sergilemek, herkesin inisiyatif alarak sesini yükseltmesi gereken bir durumdur. Dilan’ın hikayesi, bu meselelerin önemi üzerine düşünmemiz için bir çağrı niteliğindedir ve bizleri toplumsal değişim için harekete geçirmelidir.
Sonuç olarak, Dilan’ın yaşamı, toplumda bir farkındalık yaratmak için görevimiz haline gelmiştir. Kadın cinayetlerini önlemek için daha güçlü bir bilinçlenme, dayanışma ve ortak mücadele şarttır. Dilan’ın hikayesinin, pek çok kadının hikayesi olduğunu unutmadan, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapmalıyız.